Üç Bilge Maymun
Evrim Kuran
“Eğer bana söyleyeceğin şey doğru değilse, iyi değilse ve faydalı değilse bana niye söyleyesin ki?” – Sokrates
Sadece bizim memlekette değil tüm batı dünyasında gerçek anlamı karşılığını bulmayan; ve dahi külliyen yanlış yorumlanan bir semboldür üç maymun. Türkçedeki üç maymunu oynamak deyimi, görmemize, duymamıza, bilmemize karşın, sorumluluk almaktan kaçındığımız anlamında kullanılır. Görmedim-Duymadım-Bilmiyorum ifadeleri ile gerçeği görmezden gelmek minvalinde ele alınan üç maymun esasında bilinenin ötesinde ve ziyadesiyle mistik bir yerde durur. Emoji dünyasında da sık kullanılan figürler olması münasabetiyle, kökeni asırlar öncesine dayanan bu felsefeden bahsetmek isterim.
İlk kez 17. Yüzyılda Japonya’da, Nikku’da, baş kumandan -onların deyimiyle shogun- Tokugawa’nın anısına yapılan anıt üzerinde resmedilen üç maymun sembolü, filozof Konfüçyus’un öğretilerini anlatmak için kullanılan metaforlardan oluşur.
Maymun kahramanlarımızdan gözlerini kapatanın adı Mizaru’dur. Kulaklarını kapatan Kikazaru’dur. Ağzını kapatan ise Iwazaru’dur.
Mizaru, gözlerini kapatarak, kötüyü görmez. Bu, kafayı kuma gömmekle ilgili değildir; tam tersi iyi ile kötüyü ayırd edecek bilgelik perspektifine sahip olmakla ilgilidir. Mizaru kötüye alet olmaz. Kikizaru, kulaklarını kapatarak kötüyü duymaz. Bu, gerçeklerden kaçmakla ilgili değildir; bilakis, faydası olmayan, insanın bütünlüğünü bozacak yalan bilgiden uzak durmakla ilgilidir. Kikizaru yalana alet olmaz.
Iwazaru, ağzını kapatarak, kötüyü konuşmaz. Bu pısırık olmakla ilintili değildir; aksine dedikodu yapmamak, başkalarına zarar verecek haberleri yaymamakla ilgilidir. Iwazaru yanlışa alet olmaz.
Kadim bilgelikler, çağlar boyunca hep aynı kaynaktan beslenir: Kendini bilmek. Mizaru, Kikizaru ve Iwazaru’nun temsil ettiği bu üç kural, kökleri ta üçüncü yüzyıla dayanan Mani dininin temeli olan “Üç Mühür”ü anımsatır: Ağzın mührü, elin mührü, kalbin mührü. Aynı yaklaşım Bektaşi öğretisinde “eline, diline, beline sahip olmak“ diye karşımıza çıkar.
Datada boğulduğumuz ama bilgiye aç kaldığımız bu gerçek ötesi çağda, yolumuzu sıklıkla kaybediyoruz. Kurmaca bir gerçeklikte bata çıka yürüyor, “ya bendensin ya öteki” tuzaklarından kaçamıyoruz. Kendimizi yine ve en çok kendimiz kandırıyor, aklımızın ipiyle kalbimizin kuyusuna inemiyoruz. Kendi gerçeğimizi sıklıkla mutlak gerçek belliyor, yankı odalarından çıkamıyoruz. Kemiği olmayan dilimiz toksik sözcüklerden arınamıyor, her gün yeni bir linç yangınına odun atıyoruz.